17 Mayıs 2012 Perşembe

gol atan futbolcu tripleri


1) hırslı ve agresif futbolcu tribi: futbolcunun hırslı ve agresif bir karakter taşıması ve/veya maçın skoruna göre atılan golün hayati önem arzetmesi sonucunda kendisine doğru koşan takım arkadaşlarını itip santraya koşma tribidir. bu futbolcu kesinlikle kimseyle sarılmaz. eşşek tepmiş gibi dört nala koşar. maç için harcayacağı kondisyonun neredeyse yarısını bu şekilde harcar. koşması bir yana, kendisini yakalayıp sarılmak için koşan takım arkadaşlarını da yorar. kimsenin kendisini tebrik etmesine izin vermez, iter, tartaklar. sonuç itibariyle akılsız ve takımına zararlı futbolcudur.

2) reklam panolarının üstünden zıplayarak forma çıkarma tribi: bu tarz futbolcu da hırslıdır, fakat agresif değildir. formasını çıkartıp sarı kartı yemeyi göze almıştır. o ki halktan biridir. gidip tribünlerle kucaklaşır. kendisine dokunabilmek için teller arkasında kıyma olan 150 kadar taraftarın hayatlarında unutamayacakları anı olarak kalır. onlara doğru koşarken reklam panoları üzerinden atlarken sakatlanmayı düşünmez. sonuca odaklıdır. amma velakin sarı kartı eşşek gibi yer. bir de bunların hali hazırda sarı kartı bulunan ve attığı gol sonrasında bunu unutan modelleri vardır ki, haneye kazandırdıkları gol sayısı, bu hareketlerinden sonra bir boka yaramaz.

3) ellerini kullanmadan olduğu yerde parende atma tribi: her futbolcunun harcı değildir. her futbolcu gol atar, lakin bu şekilde sevinmek biraz göt ister. mazallah kafa üstü zbamk diye çakılmak, futbolcunun tüm kariyerini bitirebilir. ispanya liglerinde eskiden real madrid takımında top koşturan hugo sanchez bunu yapardı, bizde de bir dönem trabzonsporlu şota bu hareketi pek severdi. lakin gol sevincini izleyenlere tam anlamıyla yaşatamayan bir triptir. izleyici "ah düştü düşecek çocuk, aman yere konarken ayağı kayıp da belini mi kıracak, aman boynu mu kopacak?" derken golü unutur. maça odaklanamaz.

4) sakince kendini yere bırakıp işaret parmağını havaya kaldırma tribi: bu rahat ve kendinden emin futbolcu tribidir. takımını ve takım arkadaşlarını düşünür. aşırıya kaçmaz. ama bazen de atılan golün önemine göre mıymıntı bir hal alarak izleyiciyi tatmin etmeyebilir.

5) ellerini tayyare gibi açarak koşma tribi: ne idüğü belirsiz bir triptir. muhtemelen sert bir ortaya kafa vurup atılan gol sonrasında bilincin yerine gelmeden geçirilen 10-15 saniyelik süre zarfında ortaya çıkan gol sonrası futbolcu tribidir. golü atan ellerini iki yana açarak ordan oraya sinek misali koşar. arkadaşları da onu izler. sahada bu şekilde koşan 7-8 kişi komik bir görüntü ortaya çıkarır ki, bazı izleyiciler bu sevinç tribi olacağına hiç gol atmasaydık, maymun olduk şeklinde meseleye bakıp utanabilirler.

6) ellerini tayyare gibi açarak yüzükoyun yere atlama tribi: 5. maddedeki tribin iki gömlek üstüdür. mantıksızlığın danizkası olmasının yanısıra, saha çimlerine de zarar verir. çoğunlukla hakem uyarısı sonucunda kaptan durumundaki futbolcu, kopan çim parçalarını yerine koyar. golden 10 dakika sonra bile taç çizgisinin yanında 2-3 metre aralıkla izler görünür. futbolcu sanki attığı golü sadece tabelaya değil, ter döktüğü sahaya da kazımak istemektedir.

7) golden sonra korner bayrağına koşup bayrağı tutarak selam verme tribi: içten içe bayrak dikme ve fethetme arzusunun yansımasıdır. takım arkadaşları golü atanın peşinden gelir. köşe gönderinin çevresinde bir avuç adam daha sonra golü atanın kafasına vurur, sırtına zıplar. samimi bir gol sonrası topçu tribidir. seyirci ile kucaklaşılır.

8) deplasman takım oyuncusunun attığı gol sonrası sus işareti yapma tribi: yeşil sahalardaki en gıcık gol atan futbolcu tribidir. golü atan sanki onbinlerce kişiyle dalga geçmektedir. sus yaparak koşar. tribündeki bir çok kişi "ulan elimde bir çifte olsa da şu deyyusun kafasını patlatsam" diye iç geçirir. rakip takım tribününü de, futbolcusunu da hırslandırır.

9) topu ağlardan alırken rakip takım kalecisiyle itişme tribi: çoğunlukla 2-0 mağlup olan takımın, oyunu 2-1'e getirmesinden sonra yaşanan durumdur. golü atan, maçı eşitlemek için hemen topu alıp santraya götürme hevesinde, kaleci ise "sokiim yedik golü, gaza geldi bu ibneler" diyerek oyunu soğutma peşindedir. çoğunlukla maç 2-1 biter. bu trip, gol sonrası saman alevi bir triptir. en azından ertesi günkü gazetelerde, yüreklerini ortaya koydular ama olmadı şeklinde bir görüş birliğine vardırmak için yapılan güdümlü bir harekettir. yapan futbolcuya ekstradan bir yıldız sağlamanın dışında pek bir işe yaramaz.

10) gol sonrası elini şortunun içine sokma tribi: "tombala çekmek" olarak da adlandırılabilecek bu hareketi yapan sadece bir futbolcu vardır. pascal nouma. fenerbahçeye attığı gol sonrasında bu tribi gerçekleştirerek bütün stadın kopmasına, kendisinin de beşiktaş ile yollarının ayrılmasına sebep olmuştur

21 Şubat 2012 Salı

another nite!

bir gece daha bitti. sabaha karşı. bir gece daha.

öyle işte.

7 Şubat 2012 Salı

Linguistik Çentikler...

Son zamanlarda bir kaç adet resim sergisi gezdim. Bu sayede resime ilgim ve yeteneğim olduğunu keşfettim. Böylece resim olayı ile ilgilenmeye başladım. Resim bence sanrının tuvale olan izdüşümü, bilinmezliğin renkli dokunuşlarla anlamlandırılmasına aracı olan bir kaç çapkın dokunuş... Resim bence bir sanat değil, renklerin hitabeti. Sözcüklerin diktasının kırılarak fırça darbeleriyle ifadenin somutlaşması. Bir kadının beyaz teninin zevkin dokunuşları ile bezenmesi, morluklar, fışkırtıcı renkler, renkli çarşaflar...

İşte böyle bir sevişme anının ifadesi olan son çalışmamı sizlerle paylaşıyorum. Çalışmamın adı linguistik çentikler...


Şekillerin karmaşası insan bedeninin seks sırasında şekilden şekle, pozisyondan pozisyona girmesini sembolize ediyor. Üçgen unsuru inmekte olan bir penisi, diktörtgen ise çok afedersiniz domalmuş bir kadın figürüne atıf yapmaktadır. Elips şekli şehvet yatağını, ortadaki siyah çember ise vajinanın o karanlık kuytuluklarını yansıtmakta. Sağ üstte karman çorman olmuş insan siluetleri ise sevişmenin sürreal bir yorumu olarak nitelendirilebilir. Küçük damla şeklindeki yuvarlaklar terlemiş insan bedeninin o kutsal meyvelerini bir bir sembolize etmektedir.

Renk seçiminde belli bir sıra veya düzen gözetmedim. Zira renk körü bir insan olarak sanatın akıcılığına kendimi bıraktım. Böylece pint programındaki renkleri efektif kullanmam mümkün olabildi. Sanat eserimin "linguistik çentikler" olarak adlandırılmasında ise, şehvetin ses tonunun zevkin tırnak izleriyle düşsel harmanlanmasını gözettim.

Bunları yaptıktan sonra kendime bir "dürüm soslu soğanlı" söyledim. Şalgam suyu içtim. Filaş tivi de yörelerimizden türküler programında "oy gınalı höşmerimim" isimli türküye eşlik ettim.

Böyle de bir global harmoni içerisindeyim...

O değil de resmi ayı gibi "jpg" formatına çeviren ve resmini "adsız" olarak kaydeden bir insanmışım...

19 Ocak 2012 Perşembe

marianne

bir hüznün hikayesidir marianne...

dünyanın bir daha asla güzel bir yer olmayacağının kanıtı, kadın ve erkek arasındaki toplumsal eşitsizliklerin mimarıdır marianne...

marianne kimdir?

resimde gördüğünüz, fransız devriminde sütyenlerini fora ederek elde bayrak yollara dökülen, devrimin tüm manasını, tüm amacını bertaraf eden kadındır marianne...


hayır arkadaş ben anlamıyorum ki? insanlar mis gibi devrim yapmışlar, toplum sözleşmesi, insan hakları, eşitlik, özgürlük şiarıyla dünyayı süper bir yer haline getirmek için davaya baş koymuşlar. sonra bir kadın çıkıyor, nice yiğitlerin önünde memelerini fora ederek elde bayrak ordan oraya koşturuyor. o bayrak sağdan sola sallanırken memeler de aynı kıvamda bir o yana bir bu yana sallanıyor. e ne oldu devrim? nerde kaldı eşitlik özgürlük? bir cümle erkek devrim önderlerinin yerine bu ablanın peşinden koşturdu durdu.

fransız devriminin başarıya ulaşmamasındaki en büyük nedendir marianne. ilgili tablodan da görüleceği gibi kimsenin umru değil devrim. insan hakları gelmiş, demokrasi coşmuş, kadın erkek eşitliği kurulmuş. yok! varsa yoksa marianne'nin süt memeleri. eli silah tutan kim varsa marianne'nin peşinde, hatta bir adam yerlere kapaklanmış, marianne'nin önünde diz çökmüş "abla anam avradım olsun yemişim devrimini, bi kerecik be abla, bi kokliim" diyerek yalvarmakta. herkes tedirgin, herkes birbirini kollamakta. kim marianne'ye tıklayacak korkusu almış yürümüş. herkes ikircikli. seks gerginliği ortamı sarmış. nice yiğitler bir süt meme için birbirini boğazlayacak konuma gelmiş. sorarım size. nerde eşitlik? nerde kardeşlik? nerde demokrasi? nerde bu devlet?

fransız devrimi bu kadın yüzünden mundar olmuştur arkadaşlar. bu kadın yüzünden dünya süper bir yer olma şansını yitirmiştir. bu kadın, kadın - erkek eşitliğinin önünde koca bir engeldir. ben de o devirde yaşasam, elinde bayrak hobareeey diye ordan oraya koşan süt memeli bir kadın gördükten sonra kadınlara sadece meme gözüyle bakardım. marianne'yi görmediğim için benim gözümde kadın asla sadece bir memeden ibaret değildir.

21 Aralık 2011 Çarşamba

LED the sanşayn in...

Yazıya gugıl aramalarıyla gelenler için ÖZET: Sakın ola ki LG almayın. Paranızı yakmayın.


LED TV'nize sıçayım diyerek sözlerime başlamak istiyorum.

Neyse...Yaklaşık 6 ay önde LG isimli markanın 37 LV 4500 markalı televizyonu beğendim. Ürünün özellikleri güzel geldi. Ben de yaklaşık 1700 lira tiko para vererek televizyonumu satın aldım. Görüntü kalitesi iyidir süperdir, pleysiteyşın, gof of war filan oynarım, nefis filmler izlerim diye düşündüm. TV mağazadan 2-3 güne gelecekken beni arayıp aletin yolda düşüp kırıldığını söylediler. Ben de çok kırıldım ama ne yapalım 1-2 hafta bekleriz diyerekten kendimi sabra sükuna verdim. Gittim güzel bir TV sehpası aldım. Neyse TV 1 haftaya geldi. Süper. Gel zaman git zaman "TV karanlık mı gösteriyor, görüntü pek kaliteli değil mi" diyerekten kıllandım. Ama insan bir müddet sonra "ölümlü dünya ya, zıçarım LED'ine" modu içinde umursamamaya başlıyor. Hem dikkat edin, aldığınız ürünler ilk zamanlar çok kıymetliyken daha sonra elektronik ürünlere karşı bir adam sendecilik peydah oluyor. Elektronik unsurlar içermeyen ürünlerde yok bakın bu özellik. Mesela bi koltuğa direk oturuyorsunuz, hemen samimi oluyorsunuz. Ama elektronik ürünlerde belli bir müddet yabancılık, bir soğukluk, efendi kullanma durumu oluyor.

Neyse bir gün süper bi DVD izlemek için TV'yi açtım. O da ne? HDMI girişi çalışmıyor. (HDMI ne diye soracak okurlar lütfen hemen ekranın sağ üst köşesindeki çarpıya mauslarının sol kısmıyla tıklasınlar. Asabımı bozmasınlar.) Deniyorum deniyorum olmuyor. Tarihler 14 Kasımı gösterirken ben bu LG teknik servisi aradım. Dedim HDMI çalışmıyor. Dediler ki süperiz, hemen yaparız, aslanız, icabında çip takıp fezaya bile uçarız... Dedim süper. Hemen gelin alın, yapın... Dediler tamam. Geldiler. Kaptılar tv'yi götürdüler...

Gidiş o gidiş... 1 hafta oldu yok 2 hafta oldu yok 3 hafta 4-5-6... Ulan dedim bunlar benim LED'in üzerine mi yattı? Hayır evde kedi devamlı üzerine yatmaya çalışıyordu ordan işkillendim. Hayır yani alt tarafı bi HDMI girişi bozuktu. Televizyonun içine silikon vadisi filan mı inşa ediyorlar anlamadım. Ben bi kurtlar vadisi bilirim diyerek siyah gözlüklerimi, uzun paltomu ve tesbhimi giyinerek aradım bunları. Sert konuştum ..."Abi süperiz lakin yurtdışından parça bekliyoz. Taa koreden ebesinin şeyinden gelicek parça. O sebeple kolay olmuyor bu işler" filan diyerekten görevli resmen beni fırçaladı. Anasını satayım sanki benim televizyon kore türk büyükelçiliğinde görevli gitti muamelesi yapmanın alemi nedir? Ben tabi hala kurtlar vadisi perspektifiyle olayı düşünüyorum. Tv gizli göreve büyükelçilik çalışanı süsü ile gitmiş de ben sanki ikili ilişkilere balta savurmuşum gibi konuştu benle görevli. Neyse bir müddet daha geçti ben TV'yi unuttum! Hiç TV sahibi olmamışım gibi kendimi kediye, bitkiye, çiçeğe, diziporta filan verdim. Neden sonra ulan benim bi TV'im vardı diyerekten aradım. "20 iş günü geçti, yenisiyle değiştirin, dava açıcam, bacanıza zıçıcam" diyerek sert konuştum. Tabii ki firma pısarak ürünü değiştirme taahhüdü verdi. Neyse efendim bunlar ben dava açıcam dedim diye ertesi gün kapıma TV'yi getirdiler. "Abi biz size mahçup olduk. Bi model iyisini getiridik. Süper sistem. Acaip zımba bi televizyon. Valla abi maçı izlesen sonucu bile önceden görebiliyosun. En bomba teknoloji" filan diye beni resmen hipnotize ettiler. Elimde de kalemi tutuşturdular. İmzayı attırdılar. Sonra sktirolup gittiler. Ulan nedir ne değildir ağzım açık kaldım arkadaş. "Ee iyimiş madem böyle teknoloji" diyerek yeni TV nin özelliklerini internetten araştırdım ki...

Ben böyle teknolojinin ta anasını, ta avradını, yedi ceddini, silsilesini diyerek bilgisayar başından kalktım. İbişler bana iki alt modeli süper NASA teknolojisi diye yedirmişler. Basıp gitmişler. Firmayı aradım. Sizin bayinize molotof kokteyli atar, lav silahı püskürtürüm dedim. Bi kızdım. Bi kızdım. Lan yer mi anadolu çocuğu? Yedim işte... Hala bekliyoruz. Mahkemelik olucam. Kapitalizme karşı savaş veriyorum. Bi ton da telefon parası ödedim anasını satayım.

LED TV'nize sıçayım diyerek sözlerimi bitirmek istiyorum.

6 Aralık 2011 Salı

İçip Sapıtan Erkek Modeli

İçki içmek güzel şeydir. Lakin insan efendi gibi içmeli, sınırını bilmelidir. Ancak içkinin sınırını bilmek erkekler için daha zor bir durumdur. Bu durumu bilemeyen erkekler çevrelerine, özellikle eşlerine ya da sevgililerine sorun oluştururlar.


1) "Kim bakıyo lan sana" Bu içki içip sapıtma aşamasının başladığı aşamadır. Mekandaki masalara daha tehditkar bakışlar fırlatılır. Olası bir gözgöze gelme durumunda "ne bakıyon lan artis" konulu bir cümleye başlama söz konusudur. Erkeğin elinden derhal içkisi alınır ve açık hava veya kahve ile duruma müdahale edilirse olayın kapanabileceği bir aşamadır. Lakin erkeğin bu aşamada içkisini elinden almak kolay değildir. Zira kendisi asla ama asla sarhoş değildir. Bir büyük içse de adam gibi durabilecektir.

2) "Beni kimse bitiremez ulan" Bu aşama artık alkolun kana karıştığı, içkinin de şişede durduğu gibi durmadığı bir aşamadır. Kadeh, çakmak benzeri objeler masaya sert bir biçimde vurulur. Küfürlü konuşmanın dozu artar. Daha yüksek sesle konuşma sonucunda orta düzey bir rezil olma ve rezil etme süreci söz konusudur. Yan masalara salça olma seciyesi daha da artmıştır. Bu aşamada erkek artık yavaş yavaş dışarıyla olan anlayış bağını koparır. Garsondan hesabı istemek yerine bir kadeh daha ister. Artık dönüşü olmayan bir biçimde kaçınılmaz sona doğru yaklaşılmaktadır.

3) "Sen kifsmin huılan mnskrim pijk" Bu aşama artık erkeğin vücut sıvılarının yüzde 60'ından fazlasının alkol olduğu elim bir aşamadır. Kişi artık çevresindeki kadınları ya da erkekleri algılayamaz. Kişi bu noktadan sonra sadece çevresindekileri değil, ertesi sabaha kadar olacak tüm şeyleri hatırlamayacaktır. Kavga çıkarma bu aşamada sıkça görülen bir durumdur. Alkolün etkisi ile kendini cengaver sanacak yğit kişimiz dayak yese de canı acımayacak, bu olayı zaten hatırlamayacağı için durum erkeğin erkeklik gururu üzerinde de tahribat yapmayacaktır. Velhasıl iskandinavların "içtik, kavga ettik ve atalarımızı onurlandırdık" dediği, bizim ise "içti ve sıçtı" şeklinde özetlediğimiz aşamadır.

4) "Ühühü benif hırffk tierketmiee hhühü hrffk" Bu aşama artık erkeğin 9 yaşında bir çocuktan farksız olduğu bir aşamadır. İçip sapıtmasının yanında, gözlerinden yaşlar süzülür ve hıçkırıklara boğulur. Bu aşama erkeğin enfes sözler verdiği ve sabah kalkınca hiçbir şey hatırlamayarak durumdan sıyrıldığı bir aşamadır. Gözyaşları sicim gibi akar. Alkol sayesinde yeterince su kaybetmiş olan bünyeye bir de gözyaşları eklenince vücudun su kaybı maksimum seviyeye ulaşır. Bu durum ertesi sabah şiddetli baş ağrısı olarak kendini gösterecektir.

5) "Ben sarfoş değiliööööööböaaaağğğk" Bu aşama içler acısı bir aşamadır. Nahoş kokulu bir sürü yemek artığı her yerdedir. Bu noktada erkek midesini rahatlatan fakat itibarını sonsuza dek yamultacak bir duruma düşmektedir. Kusma eyleminin sokakta olması bu aşamanın en hafif şekilde atlatılmasına neden olabilecekken, eylemin yatakta meydana gelmesi bu aşamayı yapısal bir soruna dönüştürecektir. Zira kusmuklu nevresimleri yıkamak için çaba sarfedecek kadının gözünde erkek, bir daha asla o eski adam olamayacaktır. Bunun dışında kustuktan az bir zaman sonra sızacak olan adam bu süreçte kadına hiçbir yardım edemeyecek, zaten toplumsal cinsiyet anlamında söz konusu olan eşitsizlikler; kusmuk temizlemek bahsinde ayyuka çıkacaktır.

6) "Hmmfss hörrrfsss fıpşşş hgmss" Bu aşama eşşekler gibi içen, sapıtan, söz dinlemeyen, evdeki eşyaları tepikleyen, kadına hayatı zindan eden erkeğin sarhoşluğunun son aşamasıdır. Ayılar gibi içen, sapıtan erkek en nihayetinde sızacaktır. Tabii ki bir kaç saat içinde midesinden alevler çıkarak tekrar kalkacak, baş ağrısı, mide bulantısı benzeri rahatsızlıklarla yanında yatmakta olan ve kusmuklu nevresimleri daha yeni temizlemiş olan kadını kaldıracaktır. Bu vesileyle kadın gecenin bir yarısı hala yarı-sarhoş olan adama nane-limon vs hazırlayacak ve erkeğin sızması bile kadına rahat sağlamayacaktır.

Bir de bu aşamaların hangisinde olursa olsun (ki hemen hemen hepsinde aynıdır) "arabayı ben süreceğim" konulu bir erkek inadı vardır. Bunun yanında yine sarhoş olan erkeğin alınganlığının artması ve küsme huyu peydah olur ki... Allah düşmanıma vermesin diyorum.

Velhasıl herkes bu şekilde sarhoş olmaz. Ama aşağı yukarı herkes hayatında en az bir defa böylesi bir duruma düşer. İçki kadın erkek ayırmaz. Erkeğin içip sapıtması kadar kadının da içip sapıtması kötüdür. Bir başka yazıda da onu ele alırız...

Son söz: O son kadehi içmicektim...

3 Ekim 2010 Pazar

cicicim bicicim

Sevgililer çok tatlı varlıklardır. Hepimiz hayatımızın bazı dönemlerinde o tatlı varlıklar halini alıp sevgilimize en çipil gözlerimizle bakaran cicili bicili cümleler kurduk. O ikili dünyada pek güzel eylemdir bu. Sevgililer - özellikle kadınlar - birbirlerine bebek taklidi yaparak konuşurlar. Ortaya şirin bir aşk ritueli çıkar. Dediğim gibi olayın içinden bu çok tatlı görünüyordur, lakin dışından buna tanık olan biri için bu süreç acaip bir taşak konusu olabilir.

Şöyle bir sahne düşünelim. Beyimiz 1.80 boylarında, gayet göbekli, kıllı bi abimiz. Hanım ablamızla (dünya ahret bacımız olsun) epey eforlu bir sevişmeden sonra ter içinde yatarken, göğüs kılları başka hiçbir ırkta gerçekleşmeyecek bir biçimde birbirine yapışmış ve yağlı göbeğin üstünde extra muhteşem duruyorken, abinin hanım ablaya dönerek: "aşkım, ama şen beni hiş sevmiyoşun, şok üzüycem ben janım." diyerek mikilik yapması nedir arkadaşlar? Lan soktumun pokemonu! O durumda ne jijicim bijijim diyosun. Tek keleklik bir osuruğun üzerine gerinip ablaya dönsen "Nuran, bana şöle sucuklu ballı bi kahvaltı hazırla, yüzüğü parmağına takmazsam en adi terbiyesiz evladıyım" desen, dünyanın efendisi bir insan olacaksın. Sen neyi bekliyorsun? Kıllı götün göbeğinle bir kedi edasına bürünüp de Nuran'ın yüreğinde aşksal fırtınalar estirmeyi... Olmaz o iş abicim. Yarın başka bir abi gelir, "Yat lan Nuran, iki daşşak da ben atayım" der; Nuranı o duvardan bu duvara fırlatır ki, ağlayan Çiko resmindeki çocuk gibi gezersin 4 ay.

Buradan genç çiftlere çağrıda bulunuyorum. Sevgili arkadaşlar. Şirinlik güzel şeydir. Lakin gereksiz bir hadisedir. Elbette ki birbirinizi canım, böcüm, bokum, bülbülüm diye sevin. Ancak bebe belik taklidi yaparak kendinizden tiksindirmeyin. Hanım kardeşlerimiz hata yapınca yavru kedi havasına girmesinler, erkek kardeşlerimiz birden 30 yaş gençleşerek sezercik aslan parçası moduna bürünmesinler. Delikanlı olsun, ciğerimi yesinler.

Bir de aşk anında sevgilinin çüküyle bu şekilde oynama hadisesi vardır ki. Türk toplumunda erkekler üzerindeki baskıların yegane sebebidir arkadaş. Sevişirken "ohh koca s.kinle sok bana erkeğim" iken ulan 5 dakika sonra "aman da aman güççük lokum, yerler bunu yerler.. oyy oyy" Ne oluyo lan iki dakkada??? Biz de yerimizi bilelim ibneler!